MWIBA LODGE’DA DÖRT EŞSİZ GÜN…

Gece heyecandan neredeyse gözüme uyku girmiyor. Mwiba Lodge’daki taş ve kanvas karışımı suit çadırımın penceresinden önümde uzanan uçsuz bucaksız savanlara, masalsı bir Hollywood filmine konu olmuş Out of Africa kitabının dünyaca ünlü yazarı Karen Blixen’ın dokunaklı sözlerini mırıldanarak bakıyorum: “İşte buradayım. Ait olduğum yerde.”

Kim bilir kaçıncı kez burada, Afrika’dayım; hayatım boyunca ait olduğumu hissettiğim yerde… Bu kez Tanzanya’da, UNESCO korumasındaki Serengeti Ulusal Parkı’nın güneybatı topraklarındayım. Sabahın ilk ışıkları ve gölgeleri odamın verandasına vuran marula ağaçlarının -fillerin meyvelerini yiyip sarhoş oldukları iddia edilen o efsane ağaçların- üzerine düşmeye başladığında, bir yandan lacivertten maviye ton değiştiren engin gökyüzünü seyre dalıyor, diğer yandan aslanların inlemeye benzer o uğultulu sesleri eşliğinde ayılmaya çalışıyorum. Sanki az ileriden bir yerlerden günaydın diyorlar bana. Oysa en yakın yedi-sekiz kilometre ötede olmalılar. İnlemeleri ise gerçek bir günaydın; fakat bana değil, ailelerine… Çünkü sabah serinliği onlar için avlanma zamanı. Hele ki gece yiyecek bir şey bulamadılarsa, öğle sıcağı bastırmadan harekete geçmeleri gerekiyor. Ben bunları düşünürken, “Jambo (Merhaba)” diye seslenerek kapımı tıklatan sevgili kahyam Frank, “Bir an önce çıksanız iyi olur, aslanları kaçırmayın” diyor. Hızlı hareket etmem gerektiğini biliyorum. Sabah ayazından beni koruyacak giysilerimi telaşla üzerime geçiriyor ve günün ilk safarisine çıkmak üzere kapıda beni bekleyen cipe doğru koşar adımlarla yürüyorum.

Serengeti’de, Mwiba Lodge’un içerisinde yer aldığı Mwiba Wildlife Reserve’deki ilk safarim, birkaç aylık olduğunu tahmin ettiğim yavru aslanların annelerinin şefkatli kollarındaki sabah oyunlarına tanıklık ederek başlıyor. Henüz yırtıcı kimliklerine bürünmemiş bu minik kedileri birkaç metre öteden izlemek, onların masum dünyalarını kısa bir süreliğine de olsa gözlemlemek, benim gibi bir doğa aşığı için paha biçilmez bir deneyim. Sadece bu kadarla kalmıyor sabah safarimin bana sundukları… Hırslı rehberim Richard ile göz alabildiğince uzanan rezervin altını üstüne getiriyoruz. Birbiriyle kardeş üç erkek çitanın, rekabet uğruna yarım saat kadar önce öldürdükleri genç erkek çitayı neredeyse dokunacak kadar yakından gördüğümde, gözyaşlarıma engel olamıyorum. Kırk bireyden oluşan kalabalık bir fil sürüsü, neşeli yavruları ve onları bir an olsun yalnız bırakmayan korumacı anneleriyle ruh halimi biraz olsun yükseltmeyi başarıyor. Sayıları neredeyse elliyi bulan bir zürafa sürüsünün dikenli ağaç yapraklarını iştahla mideye indirdikleri sabah kahvaltılarına konuk olmaksa keyfime keyif katıyor. Az ötede kendini yere atmış toz duman içinde tepinen zebraları görünce şaşkınlıktan ağzım açık kalıyor. Richard endişe etmememi, zebraların sinir krizi filan geçirmediğini, derilerindeki parazitlerden kurtulmak için toz banyosu yaptıklarını söyleyince rahatlıyorum. Saatlerce aramamıza rağmen bulamadığımız yırtıcı Afrika yaban köpeklerini ise akşam safarisine bırakıyoruz. İki saat ötedeki Ndutu bölgesinde bizi bekleyen Büyük Göç için bir tam gün ayırmaya karar vererek öğle yemeğine yetişmek üzere lodge’a dönüyoruz.

Serengeti’de dört yıllık mazisi olan ve sadece 10 lüks villadan oluşan Mwiba Lodge, Hollywood ünlülerini ağırlayan bir safari kampı; George Clooney ve eşi Amal Alamuddin gibi… Yakışıklı aktörün, sevgilisinin zürafalarla ilk kez karşılaştığı sırada yüzünde oluşan gülümsemeyi gördüğü an evlenme kararı aldığı yazılıp çizildi, bu sayede romantik çiftler buraya akın etti. Ünlülerin Mwiba’yı tercih etmesinin ardında tabii ki sunulan birinci sınıf hizmetin –her konuğa özel bir kahya, safari aracı ve rehber tahsis edilmesi, Michelin yıldızlarını aratmayan bir mutfak, doğa manzaralı yüzme havuzu, açık hava jakuzisi, tam donanımlı bir spa, yoga pavillion’u ve fitness salonu– payı büyük. Ancak kampın işletmecisi Legendary Expeditions’ın Teksaslı saygın milyarder Dan Friedkin’e ait bir turizm şirketi olması da bu popülaritede oldukça etkili. Friedkin Group’un sürdürülebilir lüks turizm yatırımları için Tanzanya’yı seçmesi, Afrika’da örnek alınması gereken bir doğa korumacılık yöntemine işaret ediyor. Hedef, sadece Tanzanya’da değil, Sahraaltı pek çok Afrika ülkesinde yaşanan ciddi bir sorun olan insan-yaban hayatı çatışmasını olabildiğince bertaraf etmek ve benzer çalışmalara liderlik yapmak. Asırlardır Batı tarafından sömürülen ve olağanüstü zenginlikteki kaynaklarına rağmen sonu gelmeyen bir fakirlikle mücadele eden kıtada hızla artan insan nüfusu, yeni yerleşim alanları için doğal rezervlerin yok edilmesine sebep oluyor. Daralan rezervler demek, yaşayacak yer bulamayan ve yok olmaya mahkum edilen aslanlar, çitalar, leoparlar demek… Dünyada sadece bu kıtada varlık gösteren canlı türlerinin devamının sağlanması, her şeyden önce bu doğal rezervlerin koruma altına alınmasından geçiyor. Tanzanya hükümetinden yaklaşık dört milyon dönüm arazi kiralayarak korumaya alan Friedkin Group’un hizmete soktuğu kamplar halka iş imkanı sunduğu gibi, elde edilen gelirle yerli halk için farklı noktalarda ev, okul, hastane yapılmasına da olanak sağlıyor. Ayrıca kaçak avcılıkla mücadele eden grup, kiraladığı arazilerde tam kontrol sağlayarak fil katliamlarının –bu muazzam hayvanlar Asyalı gruplar tarafından hâlâ dişleri için öldürülüyor– önüne geçmeye çalışıyor. Afrika yaban köpeği gibi nesli tehlike altındaki türleri takip ediyor ve bu topraklarda yaşayan yerel kabilelere destek olarak Tanzanya’nın kültürel köklerine sahip çıkıyor. Tüm bu amaçlara hizmet için çalışan grubun Tanzanya’da sahip olduğu tek mülk Mwiba Lodge değil. Büyük Göç’ü farklı noktalarda takip etmek için yılda üç kez yer değiştiren Legendary Serengeti Mobile Camp, Kilimanjaro yakınlarında muhteşem bir kahve plantasyonunun içerisinde yer alan kolonyal tarzdaki Legendary Lodge ve yine Serengeti’de dört lüks çadır kamp, Tanzanya’da doğanın korunması için önemli bir misyon yükleniyor. Bu kamplarda konaklayan misafirler, safari yapmanın hazzını, ödedikleri ücretlerin doğaya ve kıta insanına sahip çıkan projelerde harcandığının bilinciyle yaşıyor.

Sürdürülebilir lüks safari turizmine hizmet eden pek çok kampın yer aldığı Serengeti Ulusal Parkı, 15 bin kilometrekareye yayılan –neredeyse Hollanda büyüklüğünde– ve komşu ülke Kenya’daki Maasai Mara Ulusal Parkı’yla birlikte dünyada en zengin yaban hayatı çeşitliliğini sunan devasa bir ekosistem. Her yıl iki milyona yakın antilop ve 500 bin kadar zebranın su ve yiyecek bulma umuduyla serin ve sulak alanlar arasında döngüsel bir şekilde topluca göç ettiği muhteşem doğa olayı Büyük Göç, Serengeti-Mara ekosisteminde gerçekleşiyor. Milyonlarca turist her yıl bu doğa olayını görmek için Tanzanya’ya akın ediyor. Ama ülkenin tek değerli ekosistemi Serengeti değil elbet. İlk insana dair önemli kalıntıların bulunduğu Olduvai Gorge, bir başka UNESCO koruma alanı Ngorongoro Krateri, ülkenin en kalabalık fil sürülerini barındıran Tarangire Ulusal Parkı, bitki çeşitliliği nedeniyle Dünya Mirası ilan edilen Selous Game Reserve ve tabii ki büyülü Zanzibar…

Safarinin ardından Serengeti’den yarım saatlik hafif uçak yolculuğuyla kolayca ulaşabileceğiniz Tanzanya’nın bu muhteşem güzellikteki adası, safari turizminde “bush and beach” (kırsal ve kumsal) modasının başlamasına öncülük etti. Zorlu doğa şartlarında günler geçiren misafirlerin çoğu, Zanzibar güneşinin altında yorgunluk attıktan sonra ülkelerine dönmeyi tercih eder oldular. Hint Okyanusu’nun kristal sularına böylesine kolayca ulaşmak, bir yandan denizin ve ipeksi kumların tadını çıkarırken diğer yandan Tanzanya’nın bir başka UNESCO mirası olan başkent Stone Town’ı görmek, adanın Arap ve İngiliz tarihinin mirasını keşfetmek, uzun yıllar dünya baharat ticaretinin merkezi olmuş çarşılardaki türlü kokuları içinize çekmek ve efsane sanatçı Freddie Mercury’nin doğum yerinde soluklanmak, yaban topraklarda safariden sonra, insana bambaşka pencereler açan bir tatile dönüşüveriyor.

Tanzanya’da safari, hayat değiştiren bir deneyim. Zamanın neredeyse durduğu, insanın doğa karşısında gerçek kimliğini keşfettiği bu bakir topraklardan ayrılmak kolay değil. Ben de tüm bu mutlulukları bir kez daha yaşayıp Tanzanya’ya veda etmeye hazırlanırken, bana sunduğu bütün güzellikleri, özellikle de sihirli gün doğumlarını ve gün batımlarını, kendisi de bir Afrika aşığı olan ünlü yazar Ernest Hemingway’in o unutulmaz sözleriyle kutsuyorum: “Afrika’da uyanıp da mutsuz olduğum tek bir günüm olmadı.”

Mwiba Lodge, www.legendaryexpeditions.com

 

Magazine made for you.

Featured:

No posts were found for provided query parameters.

Elsewhere: